Yabancı bir yere gitmenin en güzel yanı. 2. günü oranın yerlisi olup, benimsemek. İnsan her yere ne çabuk adapte olup, havasına, caddesine alışıyor. İlk geldiğinde sudan çıkmış balık gibi olup, ertesi gün bir arkadaşın gelse onu gezdirecek kıvama gelmek beni şaşırtıyor.
Neyse 2. günü hafızalara kazıdık her sokağı, her caddeyi Pisa bende :))
3. gün bu sefer biraz tedirgin, kahvaltı sonrası tren istasyonunda, biletler elimizde çıktık Floransa ya doğru yola. Tren oldukça rahat, iner inmez yine bir şehir otobüs bileti aldık ne de olsa Floransaydı burası Pisa ya benzemezdi. Yine yanılmıştık. Gidilmesi gereken meydanlara gitmek için bilete ihtiyacımız yoktu ve bileti hatıra olarak cüzdanlarımızda saklamak üzere kaldırmıştık.
Floransa tren istasyonu hava alanından daha büyük. Hemen her yere ulaşım sağlanıyor. Yeter ki grev olmasın :) Dönüş saatlerini de kontrol edip, çıktık açık havaya. Yine yer yön bilmiyoruz. Bu kısım hem gerginlik yaratıyor hem de keşfetme zevki yaşatıyor doğrusu :) Tarihi binaları uzaktan kestirip, o yöne doğru yürüdük ve karşımıza kathedral meydanı çıktı. Normal binaların arasından birden bire çıkması gerçekten şaşırtıyor insanı ama muazzam bir işçilik. İnsan bir süre durup, ağzı açık izliyor.
Aralık ayı malum soğuk ve yağmurlu olmasını bekliyorduk. Sıcaklık normal, yağmur ise sadece Floransada denk geldi ama gezimizi aksatmadı.Tabi bol fotoğraf çekildikten sonra yemek yemeye karar verdik. Her yer cafe, restoran olduğu için burada hiç zorlanmadık. Dev pizzalarımızı yiyip, yürümeye devam ettik.
Floransa ışıl ışıl, caddeler restoran ve lüks mağazalarla dolu. Birbirine paralel Beyoğlunu andıran bir sürü cadde var ve bu caddeler Michelangelo'nun Davut Heykelinin birebir kopyasının bulunduğu meydana çıkıyor. Burada bir çok heykel bulunuyor. Kiliselerin mimarileri ise insanı hayrete düşürecek cinsten.
Şehirin alışveriş, tarihi yerleri ve yeme içme kısımları tamamen trafiğe kapalı, dar sokaklardan çok nadir sadece taksi geçiyor. Tabana kuvvet yani.
Heykellerin bulunduğu meydanda hem biraz dinlenip, hem de tatlı bir şeyler yiyelim dedik ve ben gelmeden önce hayalini kurduğum tiramisuyu burada yeme şansı buldum. Tadı nasıl mıydı? Tabi ki hala damağımda :) Gerçekten çok beğendim. Yediğim en güzel şeydi belki de...
Yağmur çiseledi ve biz yürüdük yürüdük ve Ponte Vecchio Köprüsüne vardık. Köprü her şey gibi çok eski 2. Dünya savaşı zamanına dayanıyor. Işıl ışıl ve köprünün üstü minik minik yan yana bir sürü dükkandan ibaret. Biz geceye kaldığımız için hepsi kapanmıştı. Dükkandan kastım, Ahşap kapakları olan dolaplar. Belli ki her dolap birine ait. Çok şirindi doğrusu.
Ayaklarıma karasular indi. Tren istasyonuna yürümek inanılmaz zordu ama başka seçeneğimizde yoktu. Trenimize binip, evimize döndük. Artık biraz dinlenelim de sabah Siena ya doğru yola çıkalım dimi ama yine biz zannedelim... :)))